Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti (Naxçıvan Muxtar Respulikası)

OrdubadAzerbaycan’ın ayrılmaz bir parçası olan Nahçıvan, Türkiye, İran ve Ermenistan arasında Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olup,  jeopolitik konumu ve Türk Dünyası’nda çok önem taşımaktadır.

Büyük Atatürk’ün ‘‘ Türk’ün kapısıdır’’ dediği Nahçıvan, Türkiye ile Türk Devletleri arasında irtibatı sağlayan bir köprü konumundadır. Türkiye ile 17 km uzunluğunda ki sınırı oluşturan toprak parçasının da ilginç hikâyesi bulunmaktadır. Sınırı oluşturan toprak parçası, İstiklal savaşı döneminde Mustafa Kemal Atatürk tarafından İran’dan altın para ödenerek alınmıştır.

Başkenti Nahçıvan olan, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, 6 idari bölge (rayon) Babek, Şerur, Ordubad, Culfa, Şahbuz ve Sederek’den oluşmaktadır.

Nahçıvan ile Türkiye arasındaki bağlantı karayolu ile, Türkiye tarafında Iğdır – Dilucu, Nahçıvan tarafında ise Sederek Gümrük Kapılarından sağlanmaktadır. Ayrıca haftanın üç günü Cumartesi, Salı ve Perşembe günleri, İstanbul’dan Nahçıvan’a THY direk uçuşları bulunmaktadır.

Yüzölçümü 5.502,73 km2 olup, Azerbaycan’ın yaklaşık %6,3’ünü oluşturmaktadır. Oldukça dağlık bir yapıya sahiptir. Zengin madensuyu, soda ve tuz kaynakları bulunmaktadır.

 Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti (Naxçıvan Muxtar Respulikası)  Mutlaka gezmeniz gereken yerler:

NAHÇIVAN (NAXÇIVAN) MERKEZ:

Haydar Aliyev Müzesi:

Haydar Aliyev Müzesi Nahçıvan

1999 yılında kurulmuş müzede, Azerbaycan’ın milli lideri Haydar Aliyev’in çocukluk ve gençlik yıllarına adanmış standlar, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Ali Meclis Başkanı çalıştığı döneme ait (1991-1993) özel belge ve materyaller, mektuplar, karar ve emirler, Türkiye Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti ile işbirliği alanında imzaladığı anlaşmaların kopyaları, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan vatandaşların başvuruları toplanmıştır. Burada ayrıca, Haydar Aliyev’e ait özel eşyalar da saklanmaktadır. Genel olarak, müzede 4536 eser bulunmaktadır.

Müzenin kütüphanesinde Azerbaycan milli lideri Haydar Aliyev’in hayat ve faaliyetini yansıtan gazete, dergi, albüm ve kitaplar, video materiallar toplanmıştır .

Nahçıvan Devlet Halı Müzesi:

Halı Müzesi Nahçıvan

Haydar Aliyev Müzesinin 50 metre ilerisinde yer almaktadır. Müze 1998 yılında kurulmuştur. 20 Mart 2010 yılından yeni binada faaliyete başlamıştır . Müzenin fonunda 3537 maddi kültür örneği vardır. Onlardan 331  i halıda. Ekspozisiyada 283 sergi sergilenmektedir. Müzedeki sergiler çeşitli halı okulları gruplandırılmıştır. Müzenin maruz kalma çeşitli dönemlere ait rafine ve zarif desenlerle süslenmiş halılar sergileniyor. Burada kazık halılar,  kilim,  sumak, keçe, hasır, konulu ve diğer halı türleri vardır. Halılardaki geometrik ve nebati şekilli desenler uzak geçmişten haber veren Azerbaycan milli kültürünün tarihini tanıtıyor. Desenleri basit, gerçekçi veya soyut olan halılar halkımızın yaratıcı imkanlarının yüksek düzeyde olduğunun göstergesidir. Müzede Tebriz – Nahçıvan grubuna ait 124 adet halı vardır. Müzenin maruz kalma nakış ve kumaş örnekleri, VERNIA örgü ok çantaları, heybe, seccade , yün tarağı,  demir levhalar , lime bıçağı ve diğer sergiler da sergilenmektedir .

NAHÇIVAN DEVLET TİYATROSU

Nahçıvan Devlet Tiyatrosu

Haydar Aliyev Müzesi’nin tam karşısında yer alan, Devlet Tiyatrosunun binası modern proje bazında yeniden kurularak 3 Şubat 2012 yılında hizmete açılmıştır.

HÜSEYİN CAVİD’İN ANIT MEZARI

Hüseyin Cavidin AnıtıNahçıvan Devlet Tiyatrosu’nun bulunduğu caddeyi takip ederek, yaklaşık 200 metre ileride yer alan, Hüseyin Cavidin Anıt Mezarını görebilirsiniz. Hüseyin Cavid’in doğdu evin hemen karşısında yer almaktadır.

Hüseyin Cavid; 1882 yılında Nahçıvan’da doğmuştur. Öğrenimine Nahçıvan’da medresede başladı; orta eğitimini Mekteb-i terbiye adlı yeni usullu okulda almıştır (1894-1898). 1899-1903 yıllarında Tebriz’in Talibiye medresesinde eğitimine devam etmiştir. Hüseyin Cavit yüksek tahsilini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde almıştır (1906-1910). Azerbaycan’a döndükten sora Nahçıvan, Gence, Tiflis ve 1915 yılından itibaren de Bakü’de dil ve edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Dönemin rejimine uygun yapıtlar yazmadığı için önce tutuklandı daha sonra Uzak doğu’ya sürülmüştür. 1941 yılında Sibirya’nın Magadan şehrinde ölmüştür.

Hüseyin Cavidin1982 yılının Ekim ayında doğumunun 100. yıldönümü günlerinde Haydar Aliyev’ in olağanüstü kişisel girişimi ile Hüseyin Cavid’ in mezarının yeri tespit edildi ve Haydar Aliyev’ in çıkardığı kararnameye göre Sibirya’ ya izam olunmuş Hamid Caferov’ un, Telman Aliyev’ in ve Zakir Nesirov’ un aracılığıyla Hüseyin Cavid’ in naaşı Nahçıvan’a getirildi ve doğduğu evin hemen karşısına, Hüseyin Cavid  adına anıt mezar yapıldı. Cavidlerin – Hüseyin Cavid’ in, Mişkinaz Hanım’ ın, Ertoğrol’ un ve Turan’ ın uyuduğu anıt şimdi Azerbaycan’ın kutsal ziyaretgahlarından biri olmuştur.

HÜSEYİN CAVİD’İN MÜZESİ

Hüseyin Cavidin Evi

Müze 1981 yılında romantik Azerbaycan edebiyatının kurucusu Hüseyin Cavit’in doğduğu evde düzenlenmiştir. . Aralarında Hüseyin Cavit’in hayat ve yaratıcılığını yansıtan fotoğraflar , eserlerinin ilk baskıları, üzerinde şairin fotoğrafı olan eserleri, sahnelenmiş dram eserlerinin afiş ve programları, çeşitli hatıra ve ev eşyaları vb. bulunmaktadır.  Araştırma eserleri, hatıraları da sergilenmektedir.

CEMŞİD NAHÇIVANSKİ MÜZE  EVİ  (C.C. NAXÇIVANSKİNİN EV MÜZEYİ) 

IMG_5570Cemşid Naxçıvanskinin adınına, vatanı Nahçıvan’da hatıra müzesi olarak Atatürk Caddesi üzerinde  faaliyet göstermektedir.

Cemşid Nahçıvanski 10 Ağustos 1895 yılında Nahçıvan’da doğmuştur.

Yelizavetqrad (Batı Ukrayna) Muhafızları okulunu bitirdi (1915). Birinci dünya savaşında Müslümanlardan oluşan süvari eskadronun komutanı olmuş, ” Brusilov cephesi ” nin otopsisinde yer almış, 4. dereceli ” Mukaddes Georgi ” nişanı ile taltif edilmişti. Avusturya – Romanya cephesinde üç defa yaralanan C.Naxçıvanski yiğit süvari subayı olarak gümüş silahla ödüllendirilmiştir

IMG_5565

Güney – Batı cephesi dağıtıldıktan sonra ştab – rotmistri C.Naxçıvanski başkanlığındaki süvari alayı ile beraber Azerbaycan’a dönmüş, 1918 yılı 15 Eylül’de Türk birlikleri ve Azerbaycan müstakil Kolordu ile beraber Bakü’yü düşmanlardan temizlemiştir. Azerbaycan’ın bağımsızlığı uğrunda C.Naxçıvanski güvenle savaşmıştır.

C.Naxçıvanski 1923 ve 1928 yılları arasında Moskova’da kısa vadeli Frunze Adına Yüksek Askeri Akademi kurslarında okumuş, Azerbaycan’a döndükten sonra yeniden tümen komutanı olmuştur.

C. Nahçıvanski 26 Ağustos 1938’de SSCB Yüksek Mahkemesi Askeri Kollegiyasının kararıyla ölüm hükmüne mahkûm edildi ve hüküm hemen yürütülmüştür. 1956 yılında Cemşid Nahçıvanski beraat etmiştir.

CUMA CAMİİ

Nahçıvan Cuma Camii18. Yüzyıl yapımı Cuma Camii

MÜMİNE (MÖMİNE)  HATUN TÜRBESİ

Mumine Hatun Türbesi -1Nahcivan’da en dikkate değer yapı Mümine Hatun Kümbeti ‘dir. Nahcivan şehir merkezinde, Nahcivan nehrine hâkim bir yerde, geniş bir platform üzerinde bulunan kümbet, Büyük Selçuklu atabeklerinden İldenizoğulları dönemine aittir. Kümbet, atabekliğin kurucusu Şemsettin İldeniz’in karısı Mümine Hatun için oğlu Kızıl-Arslan tarafından 1186 tarihinde yaptırmıştır.
Türbenin mimarı 1162 tarihinde Nahcivan’da Yusuf Bin Kuseyir Kümbeti’ni de İnşa edan Acemi Bin Ebubekir’dir.
Kümbet plan bakımından içten silindirik, dıştan on köşeli bir yapıya sahiptir. Tamamen tuğladan inşa edilen yapı 25m. Yüksekliğinde olup üst örtüyü oluşturan ongen külah yıkılmış, altından çıplak kubbe meydana çıkmıştır Selçuklu çağının İslam mimarisine bir hediyesi olan bu yeni kümbet Mümine Hatun Türbesibiçimi İran’a ve Anadolu’ya yayılan standart bir tip olup bu dönemde moda haline gelmiştir. İçten hafif sivri bir kubbe ile örtülü olan ve bir cenazelik bölümü üzerinde yükselen kümbetin cephesinde yer alan düz atkı taşlı girişin üzeri bir sivri kemerle teşkilatlandırılmıştır. Cephe kısmında dikkati çeken bir diğer uygulama da dikdörtgen pencere açıklığıdır.
Mümine Hatun Kümbeti ‘nin etrafını çevreleyen kuşatma duvarı ve çifte minareli taç kapısı maalesef yıkılmış, günümüze ulaşmamıştır. Seyyahların XIX. yüzyılın sonlarında çizdikleri gravürlerden taç kapının muhteşem görüntüsü dikkat çekmektedir. Çite minareli taç kapı formu Büyük Selçuklular eli ile Anadolu’ya geçmiş ve XIII. yüzyıl sonunda özellikle Anadolu Selçuklu medreselerinde büyük bir gelişme göstererek önemli bir uygulama alanı bulmuştur. 17 Kümbet önceki yıllardan kalan resimlere göre son yapılan onarımlar sonucunda epeyce iyi bir duruma getirilmiştir. Bu onarımlar sırasında yapının çevresi düz bir platform olarak düzenlenmiş, etrafı tuğladan eski kuşatma duvarı ile hiçbir ilgisi olmayan ve sivri nişlerle teşkilatlandırılmış bir duvar yerleştirilmiştir.
Bu nişlerin içerisine ve platformun üzerine Karakoyunlu dönemine ait koç-koyun şeklindeki mezar taşları yerleştirilerek bir açık hava müzesine dönüştürülmüştür.
Türbenin yakınlarında bulunan Acemi Bin Ebubekir’in üçüncü eseri ise Ulu Camii’dir. Bugün tamamen yok olan bu caminin XIX. yüzyılın sonunda çekilen fotoğraflardan daha o zaman yıkılmaya yüz tutmuş olduğu anlaşılmaktadır.

AÇIK HAVA MÜZESİ

Açık Hava MüzesiMümine Hatun Türbesinin hemen yanında yer alan.  Açık Hava Müzesi 2002 yılında kurulmuştur.  Burada Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti toprakları bulunan çeşitli dönemlere ait taştan yapılmış koç heykelleri, taş kitabeler , çeşitli taş figürler ve sandukalar yer almaktadır.

KOÇ – KOYUN MEZAR TAŞLARI

Açık Hava Müzesi Koç Başlı Mezar TaşlarıAçık Hava Müzesinin içerisinde bulunan Koç – Koyun Mezar taşlarına, Orta Asya’dan Çin’e, Hindistan’a, Hazar Denizi’nin kuzeyinde Macaristan’a Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır ve tüm Anadolu ‘ya kadar Türk sanatının yaygın olduğu çevrelerde XII. XIII. yüzyıllardan itibaren at, koç ve koyun heykeli biçiminde pek çok mezar taşına rastlanmaktadır.  Ancak bunların XIV. ve XV. yüzyıllarda Azerbaycan, İran, Irak ve Doğu Anadolu’nun büyük kısmına hâkim olan Türkmen devletlerinden Karakoyunlular ve Akkoyunlular zamanında daha da yaygınlaştığı ve hatta onlara ad olduğu da bilinmektedir. Başta Erzurum, Erzincan, Kars; Ardahan, Tunceli, Elazığ ve Iğdır olmak üzere, en küçük eski yerleşim birimlerinde bile at, koç, koyun heykeli şeklinde mezar taşlarına rastlanmaktadır. Bu hayvanların her üçü de Türklerin hayatlarında en çok değer verdikleri, güçlerinden, taşıyıcılıklarından, tüylerinden, etlerinden, sütlerinden faydalandıkları yaratıklardır. Onlarla iç içe olmanın yanında, onların sadakat, dürüstlük ve mertliklerinden dolayı da sosyal bir olguya işaret ederek bazı devlet ve toplulukların bayraklarına sembol olmuşlardır.
Milattan önceki asırlardan bunların uzantıları olan dağ keçileri ve koyunları, at figürleri, çeşitli göç yolları üzerinde petroglif olarak da karşımıza çıkmaktadır. Ancak Xıı-Xııı yüzyıllardan itibaren mezar taşlarına bu hayvan şekillerinin verilerek kendilerini sembolleştirmeleri, konunun İslami anlamda bir değişime uğradığını göstermektedir. Burada olduğu gibi Azerbaycan’da ya da Türklerin yoğun olduğu hemen her bölgede bunların benzerlerine rastlanmaktadır.

” Han Sarayı ” Devlet Tarih- Mimarlık Müzesi

Kan Sarayı-1Mümine Hatun Türbesi yakınlarında yer alan, Han Sarayı, Nahçıvan Hanlığı’nın temeli 1747 yılında Haydar Kuli Han tarafından kurulmuştur. 81 yıl faaliyet göstermiştir. 10 Şubat 1828 yılında imzalanan Türkmençay barış anlaşmasına göre , faaliyeti durdurulan, Nahçıvan ve Erivan hanlıkları resmen iptal edilerek Rusyanın bünyesine katılmıştır.

Azerbaycan topraklarında 1747 yılından oluşmuş 18 feodal devletten biri olan Nahçıvan hanlığının siyasi tarihteki büyük rolü olmuştur.

Han Sarayı1787-1797 yıllarında bağımsız Nahçıvan Hanlığı’nın hanı, 1797 yılından 1820 yılına kadar Nahçıvan hanlığının hâkimi olmuş I Kalbalı Han tarafından Nahçıvan’da Han Sarayı inşa ettirilmiştir. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Ali Meclisi Başkanının 2010 yılı 23 Ekim tarihli kararı ile ” Han Sarayı ” Devlet Tarih- Mimarlık Müzesi kurulmuştur. Şu anda 8 salondan oluşan müzede 900 den fazla sergi var . Bu sergiler içerisinde arşiv belgeleri, fotoğraflar, Nahçıvan hanlarının seceresi, hanlığın haritası da sergilenmektedir

ŞEHİTLİK

Şehitlik-1                                                         Şehitlik -2

NAHÇIVAN KALESİ

Nahçıvan Kalesi

Nahçıvan şehrinin güneydoğusunda arkeolojik anıt . Halk arasında Köhne Kale, Toprak Kale adları ile bilinmektedir . Kalenin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir . 1957-59 yıllarında kalenin arazisinde yapılan araştırmalar sırasında zengin arkeolojik materyaller, özellikle seramik kap parçaları , taş gürzler bulunmuştur . Arkeolojik çalışmalardan bile taş gürzlerin Tunç devrinde, Tuz madenlerinde kullanıldığı bilinmektedir . Kalenin III Sasani hükümdarı Yezdegird’in ( 6322-651) tarafından inşa edildiği tahmin ediliyor .

Nuh Peygamber Türbesi

Nuh Peygamberin Mezarı

Plana göre neredeyse iki bölümden – küçük kale ve büyük kaleden oluşmaktadır. Böyükale, Küçükkaleye oranla daha çok yıkıma maruz kalmıştır Böyükkalenin sağlam kalmış duvarlarının genişliği 1 metreye, Yüksekliği ise yer yer 5 metreye ulaşmaktadır.

Kalenin batı köşesinde Nuh’un türbesi bulunmaktadır.

 

ESHAB-I KEYF (YEDİ UYURLAR)

Eshabı Keyf - 1

Nahçıvan şehir merkezine  km uzaklıkta ve 45 dakika uzaklıkta bulunan Eshab-ı Keyf. Mutlaka görmeniz gereken yerlerden birisi. Yedi Uyurların hikayesi Kur’an-ı Kerim ve İncil de geçmektedir. Türkiye’de 3 farklı yerde geçen bu efsane,  aynı şekilde Nahçıvan’da anlatılmaktadır. Gerçi bu efsane hemen hemen herkesin duyduğu bir efsane fakat bilgilerimizi tazelemek adına kısaca hatırlatayım diyorum.

Eshabı Keyf -2

Yedi Uyurlar (Kur’an-ı Kerim de geçen)

Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’e göre Tarsus ve Afşin’de geçen bu efsane aynı şekilde Nahçıvan’dada rastlıyoruz. Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar Dakyanus un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç ölümden kurtulmak için verilen süreden fayadalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama, elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemiştir.

Eshabı Keyf -3

Yedi Uyurlar (İncil’de geçen)

İncil’de geçen efsane Efes Antik Kenti Yakınlarında geçmektedir. Efsane’ye göre 250 yılları, imparator Decius zamanında 7 veya 8 Hristiyan genç pagan inançlarına kurban edilmekten korkarak yaşadıkları yerin yakınlarındaki bir mağaraya sığınırlar ve üzerileri kapatılır. Orada mucizevi bir uykuya dalarlar.

Bunlar adları Maksimilian, İamblicus, Martinianus, John, Dionysius, Exacostodianus (Constantinus) ve Antonius idi ve Hristiyanlıkta aziz kabul edilmişlerdir. Farklı kaynaklarda farklı isimlere rastlanmaktadır.
Bu mağaraya gelen askerler şaşkınlık içinde geri dönerler. Bunun üzerine komutanları mağara girişinin taş ve harçla kapatılmasını emreder. Yedi kâfir’in burada ölüme terke dildiklerini anlatan bir levha bırakarak giderler.
Genelde II. Theodosius (408–450)nin hüküm sürdüğü yıllar olduğu düşünülen yaklaşık 200 yıl sonra toprağın sahibi olan kişi işçileriyle mağara girişini açar ve Yedi Uyurlar’la karşılaşır. İamblicus şehre ekmek almaya gider ve İsa’nın adının serbestçe her yerde anıldığını görür. Dakyus zamanından kalan altınları harcamaya çalıştığı için Psikopos’un karşısına çıkarılır. Hikayelerini dinleyen Psikopos bunun bir mucize olduğunu söyler.

BATABAT GÖLÜ VE YÜZEN ADALAR

Batabat

Küçük Kafkas dağlarında  bulunan  yayla yeri,  özellikle , dağ , göl ve dağ -çimen manzarası etkileyicidir. Sıcak yaz günlerinde buraya çok sayıda insan piknik ve çadırlarda konaklamak amacı ile gelmektedir. Doğanın güzel köşelerinden biri olan Batabat yaylası, gül – çiçekli çayırları , doğal gölü , basit ve temiz dağ havası , ormanları  ve maden suları ile ünlüdür .

Burada en ilginci ise yüzen adalar. Yüzen ada, doğada farklı yollardan oluşan, dibe değmeden suyun üstünde yüzen cisimdir. Yurdumuz da,  Bingöl (Solhan) da yüzen adalar bulunmaktadır.

ORDUBAD

10524658_10152314126232858_8412812837833887534_n

Azerbaycan – İran sınırının bir bölümü oluşturduktan sonra Azerbaycan’ da Kura Nehri’ne dökülen 1072 km uzunluğunda, Kafkaslar’ın en büyük nehirlerinden birisi olan Aras Nehri takip ederek sürecek yolculuğumuz sonrası Ordubad’a ulaşıyoruz. Ordubad, Ermenistan ve İran sınırında yer almaktadır. Bitki ve hayvan türlerinin zenginliği ile özellikle limonları ile dikkat çekiyor. Şehir merkezinde yer alan yer altı su kanalları oldukça ilginç.

10401489_10152314127587858_8298799730736659883_n

Şehir merkezinde 10 larca bulunan bu yer altı su kanalları mutlaka görülmeye değer..

Ordubad Tarihi Müzesi

10502289_10152314127057858_3122046226759876057_n

Ordubad Tarihi Müzesi

Müzede bölgeden çıkarılan Bronz Çağına ait kalıntılar, kaya yazmaları ve etnografik eserler yer almaktadır.

Ordubad Camii

10557247_10152314127102858_1098983417864649514_n Ordubad Camii10405577_10152314126667858_3803919936790626534_n

Kapı Tokmakları

Kapı Tokmakları  Kapı Tokmakları -2

Anadolu’da sıkça rastladığımız kapı tokmaklarına, Ordubad sokaklarında dolaşırken sıkça rastlayabilirsiniz.

10484516_10152314126862858_6561376469502007964_n

Bu bölgede bulunan Sabir kasabasında ayrıca geçmişi Bronz Çağı’na kadar giden kalıntıları görmek mümkün. Aza kasabasında antik Gilan kentinin kalıntıları bulunuyor. Kilit, Velaver, Ailis, Aza, Kotam, Bilev ve Vanand kasabalarında ise Ortaçağ’dan kalma eserler görülebilir. Ordubad’ın 60 km. kadar güneyindeki Gemikaya Dağı’na gidecek olursanız, karşılacağınız çizimler sizi milattan 3000 yıl öncesine götürecek. Bölgede M.Ö. 2000-3000 yılları arasında yaşayan insanların, günlük yaşam, av, gerçek ya da düşsel hayvan tasvirlerinin işlendiği kaya yazmaları kesinlikle görmeniz gerekenler arasında.

ALINCA KALE (ƏLINCƏ QALA) 
Ortaçağ da, Arapça, Farsça, Azerice, Türkçe, Gürcüce ve Batı Avrupa kaynaklarında Alınca Kale’nin tarihi hakkında birçok bilgi var. Ancak Alınca Kale’nin kesin yapım tarihi belirlenmedi. Kalede adı geçen en eski kaynaklardan biri de hala bilinen “Kitabi-Dede Korkut” destanıdır. Alınca Kale, Azerbaycan sözlü halk edebiyatının değerli eserlerinden biri olan “Ushun goja oglu Sagrek Boyu” “Kitabi-Dede Korkut” destanında güçlü ve güvenilir bir tahkimat olarak tanımlanır. Bu efsaneye göre Alınca Kale, kaleyi zindan olarak kullanan ve Oğuzlardan aldığı esirleri burada tutan Gara Tekur isimli bir adama aittir. “Kitabi-Dede Korkut”, Alınca Kale’nin bilinen ilk yazılı kaynağıdır. Bu destanın tarihi de ilginçtir. Prof. A. Demirchizadeh destanın “XI. yüzyıldan önceki” dönemin olaylarını anlattığını yazar. Araştırmacı V. Zhirmunsky, “Kitabi-Dada Gorgud” üzerine yayınlanan çalışmaları analiz ederek, kabilelerin IX-X yüzyıllarda ortaya çıktığını gösteriyor. Hatta bu kabilelerin bazıları V-VI yüzyıllara kadar uzanıyor.
Bazı araştırmacılara göre Alınca Kale, dönemin başında inşa edilmiş ve MS 5. yüzyılda restore edilmiştir.
Onuncu yüzyılın bazı tarihçileri, modern olaylara atıfta bulunarak, Alınca Kale’nin yerel feodal beylerin ana sığınağı olduğuna dikkat çekiyor. Yazılarından, kalenin yönetici ve soylu ailelerinin feodal askeri çatışmalar ve savaşlar sırasında korunduğu açıktır.
Alınca Kale’den bahseden on yedinci yüzyıl Türk gezgini Evliya Çelebi, onun Gutbaddin tarafından yaptırıldığına işaret eder. Yazar muhtemelen Roma-Selçuklu hükümdarı Gutbaddin II Malikshahi’yi (1188-1192) kastetmiştir. Prof. M. Köprülü, Alınca Kale’nin Selçuklu dönemine ait olduğunu kaydeder. Aynı zamanda “Azerbaycan’da Türkleşme Tarihine Genel Bir Bakış” makalesinin yazarı Faruk Sümer de aynı fikirdedir. Ancak modern Türk araştırmacılardan Fakhraddin Kırzioğlu, “asılı ve sert” bir sur olan Alınca Kale’nin Aşkanoğulları döneminde Erancag olarak bilindiğini göstermektedir.
Bu açıdan bakıldığında, Azerbaycanlı arkeolog ve etnograf A.Alakbarov’un kaledeki havuzlardan birinin Aşkani veya Sasani kabartması olduğunu öne sürmesi ilginçtir. Bu gerçek kanıtlanırsa, kalenin tarihi hakkında bazı sorular ortaya çıkabilir.
Alınca Kale, İran’ın son Selçuklu sultanı Toğrul ile emirleri arasındaki isyanlardan bahsederken bahsedilir.
Genel olarak, kaynaklardaki gerçeklerin analizi, kalenin 7. yüzyıldan önce var olduğu konusunda hiçbir şüphe bırakmamaktadır.